Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Büyük bir destandır Çanakkale. Binlerce canın toprağa düştüğü, vatan sevgisiyle şahlanan gözünü kırpmadan düşmana aman vermeyen köklü bir ulusun destanıdır Çanakkale.
Vatan sınırları içinde korkusuzca yaşıyorsak, evlatlarımızın yüzleri gülüyorsa, güneş her zamankinden daha parlak doğuyorsa ufkumuzdan bunun nedeni diyeti Çanakkale’de peşin ödendiği içindir.
Bizlere dedelerimizden dünya hazineleri değil ama şanlı bir geçmiş, dilden dile uzanan kahramanlıklarını miras aldık. Bu miras bizlerin her zaman gururu olacaktır.
Birinci Dünya Savaşı’nda ulusumuz Çanakkale'yi canının son damlasına kadar namusuyla, onuruyla, yüreğiyle, bileğiyle, mertliğiyle savundu…
Öyle bir mertlik ki, savaşırken cesaretiyle ateşkes zamanında merhametiyle kendileriyle savaşanların dahi sevgilerini kazandılar. Savaş sonrası yazılan hatıralarda bu sevgi ve saygı cümleleri yer aldı.
Çanakkale Savaşı öyle bir savaştır ki analarımız kuzularını kınalayarak gönderdi. İşte kınalı kuzularımız “Çanakkale geçilmez” sözünü dağlara, ovalara hepsinden önemlisi düşmanların beyinlerine bir mıh gibi kazımıştır. Hepimizin vatan sevgisine Çanakkale Zaferi meşale olmuştur.
Çanakkale Savaşı’nda toplumun herkesiminden kınalı kuzularımız şehit olmuşlardır. Geride kalanlar da onların anısına canla başla çalışarak güçlü Türkiye’yi inşa etmişlerdir.
Şu iki mısra her şeyi anlatmaktadır:
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır…
İşte biz de bu anlayışla, bu vatanı bizlere armağan eden sadece Çanakkale Şehitlerimizi değil, bu yurt uğruna canlarını feda eden tüm şehitlerimizi unutmayacağız unutturmayacağız. Onların aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor ve Allah’tan rahmet diliyoruz.
Yıl 1915 Martın 18’i Anadolu’dan batıya yürüyordu, Kınalı Kuzular. Bulutlar biraz ağlamaklı,
kıpkırmızı bir aslan gibi kükrüyor gökyüzü. Gökten yağan sadece yağmur değildi. Mermiler, bombalar,
kollar, bacaklar… Yağmur bile biliyordu sanki yüzyıllar sonra bile anlatılacak olan destanı.
Evlatlarının saçlarına kına yakan anaları, çorap ören kızları, karnı burnunda cephanelik taşıyan
kadınları gördüm ben.
Gözyaşlarını içine akıtarak kardeşlerinin şehit düşmüş bedenlerini bir duvar misali siper eden,
vatan yoksa ana, baba, evlat yok diyenleri Türk’ün gücünü, 57. Alayı gördüm ben.
Gemilerin batışını izledim. Parmağı koptuğu halde, halen tetiğe basmaya çalışan yiğitleri,
Anafartalar’ı, Arıburnu’nu, Conkbayırı’nı ’’Ya İstiklal Ya Ölüm ‘’ diye haykıran Mustafa Kemal’i gördüm
ben.
Düşman cephesine kendi sularını atan, yaralı askerleri sırtında taşıyan yaşları küçük yürekleri
büyük Mehmetleri, merhametli Mehmetleri, merhameti gördüm ben.
Ağlamak istedim ama bir rüzgar esti denize akıttım gözlerimi. Dağlara, bayırlara atılan bombalara,
mermilere bağırıp kükremek istedim. ’’Bu vatan bizim bu topraklar bizim, bağımsızlık bizim’’ diye
bağırmak istedim, diyemedim sustum ve izledim.
Ben kim miyim? Kınalı Kuzuların 15 yaşındaki evlatların zaferiyim ben. Benim üzerimde atıldı
yepyeni bir devletin temelleri. Dumlupınar, Malazgirt, Sarıkamış kardeşimdir her biri. Üzerimden
geçen sadece bir savaş değildi. Onur, namus, vatan, iman aşkıydı, merhametti üzerimden geçen.
Ben anayım, toprağım. Şimdi hepsini koynuma aldım, sıra sıra dizdim yavrularımı. Fransız’ı, İngiliz’i,
Alman’ı onları evladım bildim hepsine kucak açtım. Çünkü ben adı destan diye anlatılan
Çanakkale’yim. Gururluyum başım dik uyutuyorum yavrularımı.
Yıllar geçti bu anlattıklarımın üzerinden. Bilirim anlayamazsınız yaşadıklarımı. Ama karış karış gezin
beni kapatın gözlerinizi duyarsınız belki on beşlilerin ‘’Ya Allah’’ diye haykırışlarını.
Size mirastır kefensiz yavrularım, kanla ıslatılmış toprağım. Başka bayraklar asılacaksa en güzel
yerime; ne gerek var adımı anmanıza, destanımı anmanıza, destanımı anlatmanıza.
Gücünüzü hissedin, damarlarınızdaki asil Türk kanında dua edin Kınalı Kuzularım…..
Edanur ARISOY
Batılılar, “Hasta adam” dedikleri Osmanlı Devleti'ne son darbeyi vurmak için yüklendiler. Zaferden emindiler. Önce Boğazları geçecek sonra da İstanbul'a gireceklerdi. Ama hesaplamadıkları bir şey vardı: Mehmetçiğin kanıyla örülecek olan bir duvar, Çanakkale…
Savaş sadece topla tüfekle değil, büyük bir iman ve inançla yapılıyordu. Onlar bunu bilmedikleri için, zafere kesin gözüyle bakıyorlardı. Ama karşılarındaki Türk milleti idi, Mehmetçik idi. Kolay kolay toprak bırakır mı? Her biri kanının son damlasına kadar savaşacak ve “Bu topraklar bizimdir, çekilin gidin!” diyecekti. Yoksa atalarına ihanet etmiş olacak ve on yedi kişiyle devlet kuran bir ulus, tarihe gömülecekti. Nitekim savaştılar ve büyük zafer ortaya çıktı. Çanakkale Zaferi…
Çanakkale, insanlıktan soyutlanmış olanlara Mehmetçiğin verdiği iyilik ve insanlık dersidir. Her biri bir iyilik meleği olan Türk insanı, savaşta bile düşmanının bir insan olduğunu unutmadı. Ama düşmanlar, yaralı askerlerimize bile silah sıkmaktan çekinmediler. Bizse onların yarasını tedavi ettik, her yardımı yaptık. Yine de barbar olan, kavgacı olan biz olduk.
Tarihi şan ve şerefle dolu olan Türk milleti, Mehmetçik yine büyük bir zafer kazandı. Hem de yardım için insanlarla savaştığını unutacak kadar, düşmanını dostu olarak görecek kadar büyük insanlık dersleriyle…
Kısacası Çanakkale, tarihi şan ve şerefle dolu olan bir ulusun kazandığı son zaferlerden biridir. Bu zaferin adı Çanakkale, mimarı Mehmetçik, temsilcisi de Tük milletidir.
Aysel KORUK
ŞAHİTLİK
Bir imtihandır Çanakkale. Türk’ün ateşle Türk’ün yoklukla, Türk’ün kendisiyle, sabrıyla
imtihanıdır. Fedakârlığın en son noktası, iman gücünün neler yaptırabileceğinin açık bir delili,
şanla şerefle dolu tarihimizin en parlak sayfasıdır. Dahası, Türk’ün gücünün tüm dünyaya
ispatıdır.
Öyle çok kahramanı, öyle çok tanığı vardır ki Çanakkale’nin. Her biri ayrı bir destan
yazan, her biri ayrı bir sabahtan içli bir tebessümle, bize o günleri anlatan… Bugünleri o
günlerle taçlandıran nice kahramanımız. Onlar ki capcanlı, her an yanımızda, her daim
bizimle. Kol kola yürürüz çoğu zaman tarihin tozlu sayfalarında. Bazen sabahın ilk ışıklarında
bu destanın tanığı bir gemi belirir ülkenin gençliğinin billur bakışlarında. O vakit adımız
Nusret olur hepimizin, adımız umut olur, adımız bağımsızlık, adımız şeref olur; adımız Hakkı
Binbaşı, şanımız Nusret Mayın Gemisi olur. Ve sonra boğaza döşenen mayınlara şahit olur
gözlerimiz. Verilen mücadelenin, edilen duaların şahidi, vatan için canını ortaya koymanın
tanığı oluruz hep birlikte.
Kanla boyanan bir deniz oluruz ardından, Rumeli Mecidiye Tabyası’na uzanırız,
kurşunlar geçer üstümüzden. Yüreklerimiz elimizde bir nefer oluruz… Seyit Onbaşı kesilir de
her birimiz sırtlanırız 276 kilogramlık top mermilerini. Evvel Allah’a telsim olur.”Ya Allah”
nidalarıyla hücum ederiz düşmana. Ocean adlı bir zırhlıya selam çakar “Vatan mevzu
olduğunda Türk ‘ten kork daima!” bakışı savurur devam ederiz yolumuza…
Sonra doktor bir baba seslenir bize tarihin canlı sayfalarından, sanki yanımızdadır,
kurtaramadığı her can için binlerce kez ayrı ayrı yanmaktadır. Yansa da onlar için hiçbir şey
yapamamaktadır. Sesi kulaklarımızda, öyle bir seslenir ki içimiz yanar, ayaklarımızın
altından toprak kayar; özür dilemek isteriz onları düşünmeden geçirdiğimiz dünlerden…
Önünde hastaları vardır, can çekişenler, yaralılar, acı dolu gözlerle gözlerine bakanlar.
İlgilenemez pek çoğuyla çünkü vakit dardır, vakit mühimdir, yaşama şansı olmayanlarla
ilgilenilemeyecek kadar mühimdir. Kendi oğlu dahi getirildiğinde önüne “Kurtulma şansı
yok! Kaldırın!” diyecek kadar mühimdir. Oğlunun mezarını ziyarete iki gün sonra gidecek
kadar mühimdir. Çünkü onun için asıl mesele vatandır, vatanın iyileşmesi ise her şeyden
önemlidir.
Ve bakın şurada Anafartalar’da bir komutan. Adı Mustafa Kemal, ülkenin parlayan
yıldızı olmaya işte tam burada başlayacaktır. Kurşunlara siper ettiği gövdesiyle atılacaktır
cepheye vatanı için, bir karış toprağını bile düşmana vermemek için atılacaktır cepheye.
Kalbinin tam üstündeki saat şahittir tüm yaşananlara… O kurşunun gelip de geri dönüşüne,
kendisi sayesinde hayata tutunmasına şahittir.
Sonra cepheye gidenlerin ardından bakan nemli gözler gelir durur karşımızda, bir akşam
vakti. Evladını uğurlamıştır bir ana cepheye, gidişi mutlaktır dönüşü muallak… Bundandır
gözlerinde çakılı duran hüzün, bundandır dilindeki sus. Evladını uğurlamıştır bir ana cepheye.
Sadece on beş yaşında. On beşinci yaşında bir asker. Rüzgâr bile duadadır onun için, ağaçlar,
kuşlar, taşlar duadadır; yer ve gök! Cepheye uğurlamıştır bir ana oğlunu, heybesine koyduğu
iki çorap bir somun ekmekle. “ Git oğul! “ demiştir, “ Var git, bu vatana kurban ol. On beş
yıllık ömrünü onun için ver. Ver de görsün ecnebiler, vatan demek ne demekmiş!” Ardından
gözyaşı dökmeden, ardından dualar döke döke, uğurlamıştır evladını cepheye… Kim bilir
kaç ana, kim bilir kaç göz, kaç yürek yanmıştır da öyle kurtulmuştur vatan! Şu üstünde
gezindiğimiz topraklar şahittir.
Şahittir! Bugüne gelen iç içe geçmiş mermiler şahittir, verilen mücadeleye; ayaklara
yapışan çarıklar, cepheden cepheye uzatılan bir lokmacık ekmek şahittir; yazılan mektuplar,
derinden duyulan özlemler, acılar şahittir. Okunan dualar, söylenen türküler, Mehmetçiğin
alnına yakılan kınalar şahittir. Nusret adında bir gemi ile Ertuğrul adında bir uçak, Boğaza
döşenen mayınlar, can kurtaran köstekli bir saat şahittir. Yer ve gök, dağ ve taş… Ve aslında
tüm dünya şahittir…
HELİN COŞAR
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Çanakkale bir mağrur yara, Çanakkale koyun koyuna toprağın bağrında yatan mana.
Çanakkale on beş yaşında dalından düşen körpe yaprak. Çanakkale tarihten bir gurur,
Çanakkale’de dediler yedi düvele, dur! Çanakkale kutlu bir destan, Çanakkale duyurdun dünyaya
yüce bir şan…
Düşman geldi vatanımıza işgal için. Sandı ki Türkler boyun eğecek. Oysa Türk milleti daima
hür yaşamış. Malazgirt’te, Varna’da, Kosova’da bir arslan olmuş; zincirlere sığmamış. Özgürlük
Türk’e, Türk özgürlüğe sevdalanmış. Zafer bir ateş olmuş, yanmış; kora dönmüş yürekte. Ve
zafer üç dakikaya sığan kısacık bir ömre bürünmüş…
Bunun için çıktılar yola. Yaşları daha on beş. Kınalanmış elleri vatana kurban olsun, diye.
Çünkü vatandı tehlikede olan. Bu uğurda coşmalı gönülden. Kartal olup süzülmeli yurdun
göğünde. Korku salmalı, nam salmalı dört bir yana.
Cephede onları bekleyen ise yokluk. Bir de iliklere işleyen soğuk… Çarığı yok, ekmeği yok,
bir tas çorbası, suyu yok… Vatanı kurtarmak dururken sığınılır mı bu bahanelere? Sığınmadı hiç
kimse, kabullenmedi yurdu düşmana teslim etmeyi. Ve biri, güneş gibi doğdu her sipere. Dedi,
olur. Dedi, elbet gidecekler geldikleri gibi! Sadece savaşmalı yoklukla, soğukla ve düşmanla.
Çünkü Çanakkale yol değil vatanın bağrına uzanan. Çünkü Türk milleti kolay lokma değil,
yenilir yutulur değil! Çünkü Çanakkale geçilmez topla tüfekle. İnanmak gerekir sadece. Vatanı
kurtarmaya inanmak, kazanmaya inanmak. Ata’ya inanmak ve zafere inanmak…
Bu inançla havada uçuştu mermiler, batırıldı gemiler. Bombalar yağdı sağanak sağanak ama
sadece göğüsler siper oldu. Ölüme yürüdü her bir nefer, şehadet şerbetini içtiler Çanakkale’de
kana kana…
Anafartalar’da, Conkbayırı’nda, Arıburnun’da nice kahramanlar doğdu isimleri bilinmeyen.
Seyit Onbaşılar, Mücahide Hatice Hanımlar, Albay Cevdet Beyler ve Mustafa Kemaller olarak
yazıldılar tarihe altın harflerle. Kan döküldü, can verildi ve gösterildi bütün dünyaya Türk’ün
asla esarete boyun eğmeyeceği. Ve Türk’ün öz yurduna düşman elinin asla değemeyeceği… Bu
güç karşısında çaresiz, şaşkın, güçsüz düşman… Yenilgiyi kabullenmek düştü onun payına. Ve
geldikleri gibi gitmek… Böylece herkes gördü inançla alın yazılarının değişebileceğini. Vatan
uğruna neler yapılabileceğini…
Ve yüzyıllardır bütün dünya Çanakkale’yi anladı: Çanakkale yenilmezlik, Çanakkale
ölümsüzlük… Çanakkale vatan için, özgürlük için, bayrak için ölüme yürüyüş. Çanakkale
şehitlik için Allah’a yakarış ve tarihten “geçilmez” diye tüm dünyaya başkaldırış…
Halenur Ertürk
Aylardan mart. Gelibolu'nun o muhteşem manzarasından bir hüzün doğuyor. Karşıda binlerce düşman. Mehmet Akif Ersoy'un deyimiyle “Kimi yamyam, kimi Hindu, kimi bilmem ne bela” Çanakkale Boğazı vatanın kalbi, geçilmemesi gerekiyor. Bu yüzden bıyığı yeni terlemiş delikanlılar bile cepheye koşuyor. Damarlardaki o asil kan durmuyor. Vatan askı tutuşturuyor bedenlerini öyle bir akın oluyor ki Çanakkale'ye o yıl tıp fakültesi hiç mezun vermiyor. Hepsi cephede şehadet şerbetinden içip şehit oluyorlar. Analar ağlıyor… Yavrusunu kınalayıp “Haydi oğul, haydi git! Ya gazi ol, ya şehit!” diyerek gönderdiği yavrusu için gözyaşı döküyor.
Amansız bir mücadele başlıyor Çanakkale'de Boğaz'da 26 mayın patlıyor. Ve düşman gemileri geri çekiliyor. Düşman anlıyor denizi geçemeyeceğini. Bu sefer karadan saldırmaya karar veriyor. Ama bilmiyorlar ki ne denizimiz onlara geçit verir ne de karamız. Mustafa Kemal Paşa emrediyor askere : “Askerler ben size taarruzu emretmiyorum. Ben size ölmeyi emrediyorum. Sizin düşmanı oyalayacağınız zaman içinde, yerinize başka askerler gelebilir.” Zaten onlar ölmeye hazırdı ve hepsi seve seve canlarını verdi.
Simdi ise pırıl pırıl deniziyle kendisini ziyarete gelenleri kucaklıyor Gelibolu. Her yağmurda buram buram kan kokusu yükseliyor topraktan… Azıcık, toprağı kazsalar kemik parçaları ve mermiler çıkıyor. Bir metrekareye 6000 merminin düştüğü Çanakkale, atalarını unutmayan ve onlar için bir Fatiha okuyacak bu vatanın evlatlarını bekliyor.
Çanakkale'm, ah kahraman gazilerimiz, gençliğine doymadan vatan için canını veren aziz şehitlerimiz! Yaşamımız için canını veren, havadan daha önemli bağımsızlığımızı kazandıran isimsiz kahramanlarımız! Ruhunuz şad olsun! Bu vatanı, bu topraklarda yatanları, bu topraktaki kanları artık bizler koruyacağız. Bu vatan bizim. Gerektiğinde sizler gibi bizler de canımızı vereceğiz. Sizler rahat uyuyun.
Zerrin SÜZGÜN
Çanakkale'yi milli şairimiz Mehmet Akif'in mısralarında tanıdım ve o ruhu o mısralarda hissettim. Çanakkale'nin basit bir şehir olmaktan öte, bir değer olduğunu altıncı sınıfta öğretmenimizin bizi Çanakkale'ye götürdüğünde anladım.
Şehre sabaha karşı girdik ve sonra arabamızla iskeleye yaklaştık. İçim hiç olmadığı şekilde merakla doluydu. Anlatılanları tam olarak yerinde görmek istiyordum. İlk defa böyle bir merak içindeydim.
Hava hafif bahar esintisiyle aydınlanmaya başladıkça boğazın derin sularının dalgalanması görünmeye başladı. Bu sular işte o her şeye şahit olan karanlık sular mı? diye düşündüm.
Aracımız vapura bindirilerek karşıya geçirildi. İlk vardığımız yer Eceabat'tı ve rehberimiz anlatmaya başladı. Çıkartmayı, Koca Seyit Onbaşı'nın destansı kahramanlığını, Nusret Mayın Gemisi'nin başarısını, Atatürk'ün şaha kalktığı mekânları tek tek gezdim. Burası tek kelimeyle Türk milletinin destanlar yazdığı bir yerdi.
Şimdi 18 Mart'lar benim için çok daha müstesna bir yere sahip. Her ne zaman Çanakkale adını duysam tüylerim diken diken oluyor ve gözlerim yaşarıyor. Çünkü onlar benim atalarımdı ve bu vatanı kurtarmak adına Akif'in ifadesiyle: “Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın.” sözünü yerine getirmek istercesine kendilerini feda edip akını durdurmuşlardı.
Onlara çok ciddi vefa borcum olduğunu düşünüyorum. Artık hayatımda 18 Mart çok önemli bir gün olarak yer alacak. Şehit ve gazilerimize binlerce teşekkür…
İpek KOCABAŞ
Tarih: 2019-10-14 19:13:07 Kategori: Edebiyat
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Çanakkale Zaferi Hakkında Kompozisyon Nedir
Çanakkale Zaferi
Büyük bir destandır Çanakkale. Binlerce canın toprağa düştüğü, vatan sevgisiyle şahlanan gözünü kırpmadan düşmana aman vermeyen köklü bir ulusun destanıdır Çanakkale.
Vatan sınırları içinde korkusuzca yaşıyorsak, evlatlarımızın yüzleri gülüyorsa, güneş her zamankinden daha parlak doğuyorsa ufkumuzdan bunun nedeni diyeti Çanakkale’de peşin ödendiği içindir.
Bizlere dedelerimizden dünya hazineleri değil ama şanlı bir geçmiş, dilden dile uzanan kahramanlıklarını miras aldık. Bu miras bizlerin her zaman gururu olacaktır.
Birinci Dünya Savaşı’nda ulusumuz Çanakkale'yi canının son damlasına kadar namusuyla, onuruyla, yüreğiyle, bileğiyle, mertliğiyle savundu…
Öyle bir mertlik ki, savaşırken cesaretiyle ateşkes zamanında merhametiyle kendileriyle savaşanların dahi sevgilerini kazandılar. Savaş sonrası yazılan hatıralarda bu sevgi ve saygı cümleleri yer aldı.
Çanakkale Savaşı öyle bir savaştır ki analarımız kuzularını kınalayarak gönderdi. İşte kınalı kuzularımız “Çanakkale geçilmez” sözünü dağlara, ovalara hepsinden önemlisi düşmanların beyinlerine bir mıh gibi kazımıştır. Hepimizin vatan sevgisine Çanakkale Zaferi meşale olmuştur.
Çanakkale Savaşı’nda toplumun herkesiminden kınalı kuzularımız şehit olmuşlardır. Geride kalanlar da onların anısına canla başla çalışarak güçlü Türkiye’yi inşa etmişlerdir.
Şu iki mısra her şeyi anlatmaktadır:
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır…
İşte biz de bu anlayışla, bu vatanı bizlere armağan eden sadece Çanakkale Şehitlerimizi değil, bu yurt uğruna canlarını feda eden tüm şehitlerimizi unutmayacağız unutturmayacağız. Onların aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor ve Allah’tan rahmet diliyoruz.
BEN KİM MİYİM?
Neler gördüm ben, bir bilseniz. Kelimeler yeter mi ki olup biteni anlatmaya!Yıl 1915 Martın 18’i Anadolu’dan batıya yürüyordu, Kınalı Kuzular. Bulutlar biraz ağlamaklı,
kıpkırmızı bir aslan gibi kükrüyor gökyüzü. Gökten yağan sadece yağmur değildi. Mermiler, bombalar,
kollar, bacaklar… Yağmur bile biliyordu sanki yüzyıllar sonra bile anlatılacak olan destanı.
Evlatlarının saçlarına kına yakan anaları, çorap ören kızları, karnı burnunda cephanelik taşıyan
kadınları gördüm ben.
Gözyaşlarını içine akıtarak kardeşlerinin şehit düşmüş bedenlerini bir duvar misali siper eden,
vatan yoksa ana, baba, evlat yok diyenleri Türk’ün gücünü, 57. Alayı gördüm ben.
Gemilerin batışını izledim. Parmağı koptuğu halde, halen tetiğe basmaya çalışan yiğitleri,
Anafartalar’ı, Arıburnu’nu, Conkbayırı’nı ’’Ya İstiklal Ya Ölüm ‘’ diye haykıran Mustafa Kemal’i gördüm
ben.
Düşman cephesine kendi sularını atan, yaralı askerleri sırtında taşıyan yaşları küçük yürekleri
büyük Mehmetleri, merhametli Mehmetleri, merhameti gördüm ben.
Ağlamak istedim ama bir rüzgar esti denize akıttım gözlerimi. Dağlara, bayırlara atılan bombalara,
mermilere bağırıp kükremek istedim. ’’Bu vatan bizim bu topraklar bizim, bağımsızlık bizim’’ diye
bağırmak istedim, diyemedim sustum ve izledim.
Ben kim miyim? Kınalı Kuzuların 15 yaşındaki evlatların zaferiyim ben. Benim üzerimde atıldı
yepyeni bir devletin temelleri. Dumlupınar, Malazgirt, Sarıkamış kardeşimdir her biri. Üzerimden
geçen sadece bir savaş değildi. Onur, namus, vatan, iman aşkıydı, merhametti üzerimden geçen.
Ben anayım, toprağım. Şimdi hepsini koynuma aldım, sıra sıra dizdim yavrularımı. Fransız’ı, İngiliz’i,
Alman’ı onları evladım bildim hepsine kucak açtım. Çünkü ben adı destan diye anlatılan
Çanakkale’yim. Gururluyum başım dik uyutuyorum yavrularımı.
Yıllar geçti bu anlattıklarımın üzerinden. Bilirim anlayamazsınız yaşadıklarımı. Ama karış karış gezin
beni kapatın gözlerinizi duyarsınız belki on beşlilerin ‘’Ya Allah’’ diye haykırışlarını.
Size mirastır kefensiz yavrularım, kanla ıslatılmış toprağım. Başka bayraklar asılacaksa en güzel
yerime; ne gerek var adımı anmanıza, destanımı anmanıza, destanımı anlatmanıza.
Gücünüzü hissedin, damarlarınızdaki asil Türk kanında dua edin Kınalı Kuzularım…..
Edanur ARISOY
Zaferin Adı Çanakkale
Çanakkale Zaferi, yedi asır üç kıtaya hükmeden büyük Osmanlı'nın son zaferi, yeni kurulacak Türk devletinin de temellerinin atıldığı zaferlerden biridir.Batılılar, “Hasta adam” dedikleri Osmanlı Devleti'ne son darbeyi vurmak için yüklendiler. Zaferden emindiler. Önce Boğazları geçecek sonra da İstanbul'a gireceklerdi. Ama hesaplamadıkları bir şey vardı: Mehmetçiğin kanıyla örülecek olan bir duvar, Çanakkale…
Savaş sadece topla tüfekle değil, büyük bir iman ve inançla yapılıyordu. Onlar bunu bilmedikleri için, zafere kesin gözüyle bakıyorlardı. Ama karşılarındaki Türk milleti idi, Mehmetçik idi. Kolay kolay toprak bırakır mı? Her biri kanının son damlasına kadar savaşacak ve “Bu topraklar bizimdir, çekilin gidin!” diyecekti. Yoksa atalarına ihanet etmiş olacak ve on yedi kişiyle devlet kuran bir ulus, tarihe gömülecekti. Nitekim savaştılar ve büyük zafer ortaya çıktı. Çanakkale Zaferi…
Çanakkale, insanlıktan soyutlanmış olanlara Mehmetçiğin verdiği iyilik ve insanlık dersidir. Her biri bir iyilik meleği olan Türk insanı, savaşta bile düşmanının bir insan olduğunu unutmadı. Ama düşmanlar, yaralı askerlerimize bile silah sıkmaktan çekinmediler. Bizse onların yarasını tedavi ettik, her yardımı yaptık. Yine de barbar olan, kavgacı olan biz olduk.
Tarihi şan ve şerefle dolu olan Türk milleti, Mehmetçik yine büyük bir zafer kazandı. Hem de yardım için insanlarla savaştığını unutacak kadar, düşmanını dostu olarak görecek kadar büyük insanlık dersleriyle…
Kısacası Çanakkale, tarihi şan ve şerefle dolu olan bir ulusun kazandığı son zaferlerden biridir. Bu zaferin adı Çanakkale, mimarı Mehmetçik, temsilcisi de Tük milletidir.
Aysel KORUK
ŞAHİTLİK
Bir imtihandır Çanakkale. Türk’ün ateşle Türk’ün yoklukla, Türk’ün kendisiyle, sabrıyla
imtihanıdır. Fedakârlığın en son noktası, iman gücünün neler yaptırabileceğinin açık bir delili,
şanla şerefle dolu tarihimizin en parlak sayfasıdır. Dahası, Türk’ün gücünün tüm dünyaya
ispatıdır.
Öyle çok kahramanı, öyle çok tanığı vardır ki Çanakkale’nin. Her biri ayrı bir destan
yazan, her biri ayrı bir sabahtan içli bir tebessümle, bize o günleri anlatan… Bugünleri o
günlerle taçlandıran nice kahramanımız. Onlar ki capcanlı, her an yanımızda, her daim
bizimle. Kol kola yürürüz çoğu zaman tarihin tozlu sayfalarında. Bazen sabahın ilk ışıklarında
bu destanın tanığı bir gemi belirir ülkenin gençliğinin billur bakışlarında. O vakit adımız
Nusret olur hepimizin, adımız umut olur, adımız bağımsızlık, adımız şeref olur; adımız Hakkı
Binbaşı, şanımız Nusret Mayın Gemisi olur. Ve sonra boğaza döşenen mayınlara şahit olur
gözlerimiz. Verilen mücadelenin, edilen duaların şahidi, vatan için canını ortaya koymanın
tanığı oluruz hep birlikte.
Kanla boyanan bir deniz oluruz ardından, Rumeli Mecidiye Tabyası’na uzanırız,
kurşunlar geçer üstümüzden. Yüreklerimiz elimizde bir nefer oluruz… Seyit Onbaşı kesilir de
her birimiz sırtlanırız 276 kilogramlık top mermilerini. Evvel Allah’a telsim olur.”Ya Allah”
nidalarıyla hücum ederiz düşmana. Ocean adlı bir zırhlıya selam çakar “Vatan mevzu
olduğunda Türk ‘ten kork daima!” bakışı savurur devam ederiz yolumuza…
Sonra doktor bir baba seslenir bize tarihin canlı sayfalarından, sanki yanımızdadır,
kurtaramadığı her can için binlerce kez ayrı ayrı yanmaktadır. Yansa da onlar için hiçbir şey
yapamamaktadır. Sesi kulaklarımızda, öyle bir seslenir ki içimiz yanar, ayaklarımızın
altından toprak kayar; özür dilemek isteriz onları düşünmeden geçirdiğimiz dünlerden…
Önünde hastaları vardır, can çekişenler, yaralılar, acı dolu gözlerle gözlerine bakanlar.
İlgilenemez pek çoğuyla çünkü vakit dardır, vakit mühimdir, yaşama şansı olmayanlarla
ilgilenilemeyecek kadar mühimdir. Kendi oğlu dahi getirildiğinde önüne “Kurtulma şansı
yok! Kaldırın!” diyecek kadar mühimdir. Oğlunun mezarını ziyarete iki gün sonra gidecek
kadar mühimdir. Çünkü onun için asıl mesele vatandır, vatanın iyileşmesi ise her şeyden
önemlidir.
Ve bakın şurada Anafartalar’da bir komutan. Adı Mustafa Kemal, ülkenin parlayan
yıldızı olmaya işte tam burada başlayacaktır. Kurşunlara siper ettiği gövdesiyle atılacaktır
cepheye vatanı için, bir karış toprağını bile düşmana vermemek için atılacaktır cepheye.
Kalbinin tam üstündeki saat şahittir tüm yaşananlara… O kurşunun gelip de geri dönüşüne,
kendisi sayesinde hayata tutunmasına şahittir.
Sonra cepheye gidenlerin ardından bakan nemli gözler gelir durur karşımızda, bir akşam
vakti. Evladını uğurlamıştır bir ana cepheye, gidişi mutlaktır dönüşü muallak… Bundandır
gözlerinde çakılı duran hüzün, bundandır dilindeki sus. Evladını uğurlamıştır bir ana cepheye.
Sadece on beş yaşında. On beşinci yaşında bir asker. Rüzgâr bile duadadır onun için, ağaçlar,
kuşlar, taşlar duadadır; yer ve gök! Cepheye uğurlamıştır bir ana oğlunu, heybesine koyduğu
iki çorap bir somun ekmekle. “ Git oğul! “ demiştir, “ Var git, bu vatana kurban ol. On beş
yıllık ömrünü onun için ver. Ver de görsün ecnebiler, vatan demek ne demekmiş!” Ardından
gözyaşı dökmeden, ardından dualar döke döke, uğurlamıştır evladını cepheye… Kim bilir
kaç ana, kim bilir kaç göz, kaç yürek yanmıştır da öyle kurtulmuştur vatan! Şu üstünde
gezindiğimiz topraklar şahittir.
Şahittir! Bugüne gelen iç içe geçmiş mermiler şahittir, verilen mücadeleye; ayaklara
yapışan çarıklar, cepheden cepheye uzatılan bir lokmacık ekmek şahittir; yazılan mektuplar,
derinden duyulan özlemler, acılar şahittir. Okunan dualar, söylenen türküler, Mehmetçiğin
alnına yakılan kınalar şahittir. Nusret adında bir gemi ile Ertuğrul adında bir uçak, Boğaza
döşenen mayınlar, can kurtaran köstekli bir saat şahittir. Yer ve gök, dağ ve taş… Ve aslında
tüm dünya şahittir…
HELİN COŞAR
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Çanakkale bir mağrur yara, Çanakkale koyun koyuna toprağın bağrında yatan mana.
Çanakkale on beş yaşında dalından düşen körpe yaprak. Çanakkale tarihten bir gurur,
Çanakkale’de dediler yedi düvele, dur! Çanakkale kutlu bir destan, Çanakkale duyurdun dünyaya
yüce bir şan…
Düşman geldi vatanımıza işgal için. Sandı ki Türkler boyun eğecek. Oysa Türk milleti daima
hür yaşamış. Malazgirt’te, Varna’da, Kosova’da bir arslan olmuş; zincirlere sığmamış. Özgürlük
Türk’e, Türk özgürlüğe sevdalanmış. Zafer bir ateş olmuş, yanmış; kora dönmüş yürekte. Ve
zafer üç dakikaya sığan kısacık bir ömre bürünmüş…
Bunun için çıktılar yola. Yaşları daha on beş. Kınalanmış elleri vatana kurban olsun, diye.
Çünkü vatandı tehlikede olan. Bu uğurda coşmalı gönülden. Kartal olup süzülmeli yurdun
göğünde. Korku salmalı, nam salmalı dört bir yana.
Cephede onları bekleyen ise yokluk. Bir de iliklere işleyen soğuk… Çarığı yok, ekmeği yok,
bir tas çorbası, suyu yok… Vatanı kurtarmak dururken sığınılır mı bu bahanelere? Sığınmadı hiç
kimse, kabullenmedi yurdu düşmana teslim etmeyi. Ve biri, güneş gibi doğdu her sipere. Dedi,
olur. Dedi, elbet gidecekler geldikleri gibi! Sadece savaşmalı yoklukla, soğukla ve düşmanla.
Çünkü Çanakkale yol değil vatanın bağrına uzanan. Çünkü Türk milleti kolay lokma değil,
yenilir yutulur değil! Çünkü Çanakkale geçilmez topla tüfekle. İnanmak gerekir sadece. Vatanı
kurtarmaya inanmak, kazanmaya inanmak. Ata’ya inanmak ve zafere inanmak…
Bu inançla havada uçuştu mermiler, batırıldı gemiler. Bombalar yağdı sağanak sağanak ama
sadece göğüsler siper oldu. Ölüme yürüdü her bir nefer, şehadet şerbetini içtiler Çanakkale’de
kana kana…
Anafartalar’da, Conkbayırı’nda, Arıburnun’da nice kahramanlar doğdu isimleri bilinmeyen.
Seyit Onbaşılar, Mücahide Hatice Hanımlar, Albay Cevdet Beyler ve Mustafa Kemaller olarak
yazıldılar tarihe altın harflerle. Kan döküldü, can verildi ve gösterildi bütün dünyaya Türk’ün
asla esarete boyun eğmeyeceği. Ve Türk’ün öz yurduna düşman elinin asla değemeyeceği… Bu
güç karşısında çaresiz, şaşkın, güçsüz düşman… Yenilgiyi kabullenmek düştü onun payına. Ve
geldikleri gibi gitmek… Böylece herkes gördü inançla alın yazılarının değişebileceğini. Vatan
uğruna neler yapılabileceğini…
Ve yüzyıllardır bütün dünya Çanakkale’yi anladı: Çanakkale yenilmezlik, Çanakkale
ölümsüzlük… Çanakkale vatan için, özgürlük için, bayrak için ölüme yürüyüş. Çanakkale
şehitlik için Allah’a yakarış ve tarihten “geçilmez” diye tüm dünyaya başkaldırış…
Halenur Ertürk
Aziz Şehitlerimiz
Binlerce şehidimizi barındıran aziz vatanın aziz toprağı Çanakkale… Güzel Çanakkale, ulu Çanakkale… Gücümüzü dünyaya duyurduğumuz Çanakkale…Aylardan mart. Gelibolu'nun o muhteşem manzarasından bir hüzün doğuyor. Karşıda binlerce düşman. Mehmet Akif Ersoy'un deyimiyle “Kimi yamyam, kimi Hindu, kimi bilmem ne bela” Çanakkale Boğazı vatanın kalbi, geçilmemesi gerekiyor. Bu yüzden bıyığı yeni terlemiş delikanlılar bile cepheye koşuyor. Damarlardaki o asil kan durmuyor. Vatan askı tutuşturuyor bedenlerini öyle bir akın oluyor ki Çanakkale'ye o yıl tıp fakültesi hiç mezun vermiyor. Hepsi cephede şehadet şerbetinden içip şehit oluyorlar. Analar ağlıyor… Yavrusunu kınalayıp “Haydi oğul, haydi git! Ya gazi ol, ya şehit!” diyerek gönderdiği yavrusu için gözyaşı döküyor.
Amansız bir mücadele başlıyor Çanakkale'de Boğaz'da 26 mayın patlıyor. Ve düşman gemileri geri çekiliyor. Düşman anlıyor denizi geçemeyeceğini. Bu sefer karadan saldırmaya karar veriyor. Ama bilmiyorlar ki ne denizimiz onlara geçit verir ne de karamız. Mustafa Kemal Paşa emrediyor askere : “Askerler ben size taarruzu emretmiyorum. Ben size ölmeyi emrediyorum. Sizin düşmanı oyalayacağınız zaman içinde, yerinize başka askerler gelebilir.” Zaten onlar ölmeye hazırdı ve hepsi seve seve canlarını verdi.
Simdi ise pırıl pırıl deniziyle kendisini ziyarete gelenleri kucaklıyor Gelibolu. Her yağmurda buram buram kan kokusu yükseliyor topraktan… Azıcık, toprağı kazsalar kemik parçaları ve mermiler çıkıyor. Bir metrekareye 6000 merminin düştüğü Çanakkale, atalarını unutmayan ve onlar için bir Fatiha okuyacak bu vatanın evlatlarını bekliyor.
Çanakkale'm, ah kahraman gazilerimiz, gençliğine doymadan vatan için canını veren aziz şehitlerimiz! Yaşamımız için canını veren, havadan daha önemli bağımsızlığımızı kazandıran isimsiz kahramanlarımız! Ruhunuz şad olsun! Bu vatanı, bu topraklarda yatanları, bu topraktaki kanları artık bizler koruyacağız. Bu vatan bizim. Gerektiğinde sizler gibi bizler de canımızı vereceğiz. Sizler rahat uyuyun.
Zerrin SÜZGÜN
Çanakkale
Çanakkale'nin ismini ne zaman duyduğumu tam olarak hatırlamıyorum. Okul hayatımın ilk yıllarında senede bir 18 Mart'ta Çanakkale şehitlerini anıyorduk. Acaba Çanakkale neydi? Niçin önemliydi?Çanakkale'yi milli şairimiz Mehmet Akif'in mısralarında tanıdım ve o ruhu o mısralarda hissettim. Çanakkale'nin basit bir şehir olmaktan öte, bir değer olduğunu altıncı sınıfta öğretmenimizin bizi Çanakkale'ye götürdüğünde anladım.
Şehre sabaha karşı girdik ve sonra arabamızla iskeleye yaklaştık. İçim hiç olmadığı şekilde merakla doluydu. Anlatılanları tam olarak yerinde görmek istiyordum. İlk defa böyle bir merak içindeydim.
Hava hafif bahar esintisiyle aydınlanmaya başladıkça boğazın derin sularının dalgalanması görünmeye başladı. Bu sular işte o her şeye şahit olan karanlık sular mı? diye düşündüm.
Aracımız vapura bindirilerek karşıya geçirildi. İlk vardığımız yer Eceabat'tı ve rehberimiz anlatmaya başladı. Çıkartmayı, Koca Seyit Onbaşı'nın destansı kahramanlığını, Nusret Mayın Gemisi'nin başarısını, Atatürk'ün şaha kalktığı mekânları tek tek gezdim. Burası tek kelimeyle Türk milletinin destanlar yazdığı bir yerdi.
Şimdi 18 Mart'lar benim için çok daha müstesna bir yere sahip. Her ne zaman Çanakkale adını duysam tüylerim diken diken oluyor ve gözlerim yaşarıyor. Çünkü onlar benim atalarımdı ve bu vatanı kurtarmak adına Akif'in ifadesiyle: “Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın.” sözünü yerine getirmek istercesine kendilerini feda edip akını durdurmuşlardı.
Onlara çok ciddi vefa borcum olduğunu düşünüyorum. Artık hayatımda 18 Mart çok önemli bir gün olarak yer alacak. Şehit ve gazilerimize binlerce teşekkür…
İpek KOCABAŞ
Tarih: 2019-10-14 19:13:07 Kategori: Edebiyat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx